Türkçe Ailesi

  1. Anasayfa
  2. Alfabetik Deyimler Sözlüğü

Alfabetik Deyimler Sözlüğü

Ahmet Fatih ERDEM Ahmet Fatih ERDEM -
14461 0

Deyimler Sözlüğü

Tümü | En yeniler | # A B C D E F G H I J K L M N O P Q R S T U V W X Y Z
Kategori içerisinde 137 kelime var.
H
Ha babam (ha):
1. Devamlı olarak, hiç durmadan. 2. Karşısındakinin çabasını, gayretini artırmak için kullanılır.
Ha bire:
Durmadan, arka arkaya, sürekli olarak, ara vermeden.
Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca:
Farklı gibi gösterilen iki şeyin, gerçekte hiçbir değişikliği yoktur, "ikisi de birdir" anlamında kullanılır.
Habbeyi kubbe yapmak :
Önemsiz bir şeyi büyütmek.
Habbeyi kubbe yapmak:
Önemsiz, küçük bir şeyi büyütüp mesele çıkarmak.
Haber uçurmak:
Çabucak, gizlice haber göndermek.
Haber vermek :
Bildirmek.
Hacet kalmamak:
Gereği olmamak, lüzumu kalmamak.
Hacı ağa:
Özellikle büyük kentlerde gereksiz yere çok para harcayan, taşralı bilgisiz zengin.
Haddi zatında:
Aslında.
Haddine mi düşmüş!:
"Onun bunu yapmaya yetkisi yoktur; böyle bir işe nasıl, hangi yetenekle girişir? Bu işi yapması imkânsızdır" anlamında kullanılır.
Haddini bildirmek:
Yetkisi dışındaki işlere karıştığı için sert bir karşılık vererek onu cezalandırmak, yola getirmek, uslandırmak, yetki sınırını bildirmek.
Haddini bilmek:
Kendi değer ve yeteneğini bilmek, üstün görmemek, kendi yapabileceği şeylerin ötesine geçmemek.
Hafife almak:
Küçümsemek, önem vermemek.
Hak getire :
Yoktur anlamında.
Hak kazanmak:
Davasında haklı olduğu meydan çıkmak, emeğinin karşılığını alabilecek duruma gelmek.
Hak yolu:
Cenab-ı Allah`ın insanlara kitapları ve peygamberleri ile bildirdiği, dünya hayatında tutmaları gereken yol, yaşama düzeni, doğru ve haklı yol.
Hakk-ı sükût (sus payı):
Bir konu üzerinde konuşmaması, bildiği şeyi söylememesi karşılığında bir kimseye sağlanan yarar.
Hakkı geçmek:
1. Birisinin payından bir başkası almış olmak. 2. Bir şeyde veya bir kimsede emeği bulunmak.
Hakkından gelmek:
1. Güç bir işi başarı ile sonuçlandırmak. 2. Öç almak, yenmek veya cezasını vermek.
Hakkını helâl etmek:
Geçen hakkını, emeğini bağışlamak.
Hakkını vermek:
1. Bir şeyin lâyıkıyla yapılması için ne gerekiyorsa ondan kaçınmamak. 2. Birinin çalışmasını gereğince değerlendirmek, hakkı olan şeyi vermek.
Hakkını yemek:
Birinin hakkı olan şeyi vermemek, onu kendisine maletmek.
Hâlden anlamak:
Bir kimsenin içinde bulunduğu zor durumu kavrayarak, anlayıp sezerek hoşgörülü olmak, anlayış göstermek.
Hâle yola koymak:
Düzenlemek, tertiplemek, iyi işler bir duruma getirmek.
Halep ordaysa arşın burada :
Yapacağını yap anlamında sitem .
Hâli vakti yerinde:
Zengin, oldukça varlıklı, para durumu iyi.
Halis muhlis:
Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde bulunmayan.
Halka verir talkını kendi yutar salkımı:
Kendi verdiği öğütlere kendisi uymaz.
Hallaç pamuğu gibi atmak:
Bir arada, toplu bulunan şeyleri ya da kimseleri dağıtmak, parçalamak; bu yolla sağa sola, her birini bir yana atmak.
Halt etmek:
Yakışıksız davranmak, uygunsuz bir söz söylemek veya kötü bir şey yapmak.
Ham ervah :
Kara ruhlu kimse.
Ham ervah:
Çiğ adam; yersiz ve yakışıksız sözleri, davranışları olan kaba kimse.
Hangi dağda kurt öldü?:
Kendisinden hiç umulmayan, beklenilmeyen bir kimsenin olumlu davranışı görüldüğünde; "Nasıl oldu da böyle güzel bir iş, bir iyilik yaptı?" anlamında söylenir.
Hangi peygambere ümmet olacağını şaşırmak :
Kimin sözünü ve yolunu tutacağını,ne yapacağını şaşırmak .
Hangi rüzgâr attı?:
"Nasıl oldu da gelebildin? Hiç görünmüyordun, sen de gelir miydin?" anlamında, uzun süre bir yerde görünmeyen kimse için kullanılır.
Hangi taşı kaldırsan altından çıkar:
1. Hemen her işte parmağı vardır. 2. Her işten anlar, her işe karışır ya da her işten anladığı izlenimi verir.
Hanım evlâdı:
Nazlı büyütülmüş, zora gelmeyen, çıtkırıldım kimse.
Hapı yutmak:
Kötü bir duruma düşmek, zarar ve ziyana uğramak.
Har vurup harman savurmak:
Hesapsızca, düşüncesizce harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp tüketmek.
Haram olmak:
Bir şeyden gerektiği gibi yararlanamaz olmak.
Haram para:
Dinî bakımdan yasaklanmış yollardan elde edilen para.
Haram yemek:
Dinî inançlara aykırı olarak kazanç sağlamak, haksız olarak bir şeye el atmak.
Harfi harfine:
Tastamam, uygun, tıpatıp, gerçekte olduğu gibi.
Haşir neşir olmak:
Aralarında bulunduğu kimselerle kaynaşmak, bir arada bulunup uğraşmak; kimi işlerle ilgilenip durmak.
Hasret çekmek:
Özlem duymak, epeydir ayrı kaldığı yere ya da kimseye kavuşma isteği içinde olmak.
Hasret gitmek:
Özlediği, sevdiği bir yere ya da kimseye kavuşamadan ölmek.
Hasret kalmak:
Özlemini duyduğu şeye uzun zaman kavuşamamak.
Hastası olmak:
Bir şeye çok düşkün olmak.
Hat çekmek :
Önemsememek.
Hatır belâsı:
Sayılan ve sevilen kimse için katlanılan sıkıntı.
Hatır gönül tanımamak / bilmemek:
1. İsterse en sevdiği ve saydığı olsun, gücenmesini göze alarak doğru bildiğini yapmak. 2. Kırıcı davranışlarda bulunmak.
Hatırı kalmak:
Gücenmek, kırılmak.
Hatırı sayılır:
1. Önemli, saygı değer, saygın (kimse). 2. Oldukça çok.
Hatırından çıkmamak:
Sevdiği, saygı duyduğu birinin istediği bir şeyi yapmayı reddedememek, gönlünü kırmaktan çekinmek.
Hava almak:
1. Temiz havalı bir yere çıkarak dolaşmak, dinlenmek, ciğerlere temiz hava çekmek. 2. Eline bir şey geçmemek, umduğunu bulamamak. 3. İçine hava girmek.
Hava basmak:
1. Büyüklenmek, kibirlenmek, olduğundan fazla görünmeye çalışmak. 2. Bir şeyin içine hava doldurmak.
Hava hoş:
Şu ya da bu şekilde olması arasında bir fark olmamak.
Hava parası:
Bir yeri tutmak, kiralamak ya da bir şeyi elde etmek için değeri dışında açıktan verilen para.
Havada kalmak:
1. Yüksek bir yerde durmak. 2. Sonuca bağlanamamak. 3. Bir iddia, dayanaksız olduğundan ispat edilememek.
Havadan sudan konuşmak:
Öylesine, gelişigüzel, rastgele konuşmak.
Havanda su dövmek:
Bir işle boşuna uğraşmak.
Havsalası almamak:
Aklı kabul etmemek.
Hayal kırıklığı:
Gerçekleşmesi istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden duyulan üzüntü, düş kırıklığı.
Hayal meyal:
Belli belirsiz, açık seçik belli olmayan, bulanık (bir şekilde hatırlanan).
Hayat memat meselesi:
Sonucu çok tehlikeli olan, ölüm kokan bir durum.
Hayat pahalılığı:
Yiyecek, içecek ve giyecek gibi geçim için gerekli olan maddelerin pahalı olması.
Hayatını kazanmak:
Çalışıp elde ettiği para ile geçimini sağlamak.
Hayatını yaşamak:
Canının istediği gibi hayatını sürdürmek.
Hayır işlemek:
Dine ve insanlığa uygun, iyi davranışlarda bulunmak.
Hayır kalmamak:
İşe yarar, beğenilecek bir yanı ve tarafı kalmamak.
Hayır sahibi:
İyiliksever, yardımsever kimse.
Hayırdır inşallah!:
1. Anlatılan bir rüyayı iyiye yormak için söylenir. 2. Şaşma, heyecan ve merak uyandıran durumlar karşısında söylenir.
Haymana öküzü :
Hımbıl ve tembel kimse .
Hayra yormak:
Bir rüya ya da olayı iyi ve yararlı bir durumun işareti görmek.
Hazır bulunmak:
1. Bir yerde kendisi bulunmak, var olmak. 2. Bir yere hemen gidecek, bir şeyi anında yapacak durumda olmak.
Hazır mezarın ölüsü :
Hep hazıra konmak isteyen tembel kimseler için kullanılır.
Hazıra konmak:
Hiçbir emek sarf etmeden, çaba göstermeden başkasının emeği ile ortaya çıkmış olan şeyden yararlanmak.
Hazırdan yemek:
Yenisini kazanmadan elindekini harcamak.
Helâl olsun (Helâlühoş olsun):
1. Bunu sana gönül hoşluğu ile veriyorum, hiç pişman değilim, Allah bunu sana bağışladığıma şahit olsun. 2. "Aferin, takdire değer iş yapıyorsun" anlamında kullanılır.
Helâl süt emmiş olmak:
İyi huylu, doğru yoldan sapmayan, temiz bir kişi.
Hele şükür!:
Allah`a hamdolsun, beklediğimiz sonuç gerçekleşti.
Hem kel hem fodul:
"Bu kadar kusuruna, bu yeteneksizliğine rağmen bir de övünüyor, üstünlük taslıyor" anlamında kullanılır.
Hem nalına hem mıhına (vurmak):
Birbirine zıt olan iki yanı da desteklemek.
Hem suçlu hem güçlü:
Gerçekte kendisi suçlu olduğu hâlde suç işlememiş gibi davranan ve karşısındakini suçlamaya çalışan kimse.
Hem ziyaret hem ticaret:
Bir yeri veya kimseyi ziyarete giden kimsenin, bu görüşmeden yararlanarak başka bir işi de yapması durumunu anlatmak için kullanılır.
Her işin hakkından gelmek :
Her işi başarır olmak .
Her kafadan bir ses (çıkmak):
Bir konu üzerinde herkesin istediği gibi, rastgele konuşması ve bu konuşmalardan bir sonuç alınamaması.
Her tarakta bezi olmak :
Her işle ilgili olmak.
Her telden çalmak:
Pek çok konuda bilgi sahibi olmak, içinde bulunduğu ortamın şartlarına göre her çeşit iş yapabilir olmak.
Hesaba (kitaba) gelmez:
1. Beklenmedik, umulmadık. 2. Sayılmayacak kadar çok, pek fazla, sayısız.
Hesaba çekmek:
Bir kişiyi, bir makamı yaptığı işler üzerine açıklama ve savunma yapmaya çağırmak.
Hesaba dökmek:
Bir konu ile ilgili işlemlerin hesabını kâğıt üzerinde yapmak.
Hesaba katmak (almak):
Bir işi yaparken ya da yürütürken bir başka şeyi de göz önünde bulundurmak.
Hesabı kesmek:
Alış verişi ya da ilgiyi kesmek.
Hesabını bilmek:
Boş yere para harcamamak, tutumlu davranmak.
Hesabını görmek:
1. Alacağını ödeyip ilişkisini kesmek. 2. Cezalandırmak, vücudunu ortadan kaldırmak ya da öldürmek.
Hesap açmak:
1. Hesap defterinde, bir kişiye alış veriş için alacağını borcunu kaydetmek üzere bir yer ayırmak. 2. Bankada, gereğinde çekilmek üzere yatırılan para için işlem yapmak. 3. Birine kredi açmak, birine borçlanma imkânı tanımak.
Hesap etmek:
1. Kazançla gideri karşılaştırıp bir sonuca ulaşmak. 2. Düşünmek, tasarlamak, ayrıntıları gözden geçirip ihtimalleri değerlendirmek.
Hesap görmek: T
araflarca alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek.
Hesap kitap:
Düşünüp taşındıktan sonra, hesap sonunda.
Hesap sormak:
Bir kimseyi kanunsuz, kural dışı, ahlâka aykırı, usulsüz davranış ve sözlerinden ötürü sorgulamak, o kişiden savunma istemek.
Hesap tutmak:
Alış verişle ilgili alacağı ve vereceği bir kâğıda ya da deftere yazmak.
Hesap vermek:
1. Herhangi bir davranışının ya da sözünün sebebini açıklamak 2. Bir işin sorumluluğunu üstlenmek.
Hesapsız kitapsız:
1. Sorumsuz, ölçüsüz, tutumsuz. 2. Deftere geçirilmeden, herhangi bir belgeye dayanmadan.
Hesaptan düşmek :
Yok saymak.
Hevesi kursağında kalmak:
Çok istediği, imrendiği, kavuşmak dilediği şeyi elde edememek.
Hevesini almak:
İmrendiği, çok istediği şeye kavuşup ona doymak.
Heyheyleri tutmak (üstünde):
Çok kızıp sinirlenmek.
Hiç yoktan:
Sebepsiz, ortada hiçbir neden yokken.
Hiçe saymak :
Hiç değer vermemek.
Hindi gibi kabarmak :
Övünmek,böbürlenmek .
Hizaya gelmek:
1. Düz çizgi durumunda dizilmek. 2. Aykırı, yanlış davranışlardan vazgeçmek; doğru yola gelmek, düzelmek.
Hık demiş burnundan düşmüş:
"Her durumuyla ona çok benziyor" anlamında kullanılır.
Hık mık etmek:
Bir işi yapmamak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak, bir soruyu cevaplandırırken net şeyler söylememek.
Hır çıkarmak:
Kavga, gürültü, patırtı ve olaya sebep olmak.
Hızır gibi yetişmek:
Dara düştüğü, çok sıkıştığı, çaresiz kaldığı bir zaman da, beklemediği bir kişi yardımına yetişmek.
Hodri meydan:
"Kendine güvenen ortaya çıksın" anlamında kullanılır.
Hokka gibi oturmak :
Dikilen elbisenin üzerine uyması.
Hop oturup hop kalkmak:
Ya heyecanından ya da öfkesinden yerinde duramaz olmak.
Hor görmek (veya bakmak):
Önem vermemek, değersiz saymak, adam yerine koymamak, küçümsemek.
Hor kullanmak:
Özen göstermeden, kabaca, dikkat etmeyerek, hırpalayarak kullanmak.
Hora tepmek:
1. Ayaklarını yere vurarak oynamak. 2. Gürültü çıkarmak.
Hoş beş etmek:
Şundan bundan konuşarak sohbet etmek.
Hüküm giymek:
Mahkemece ya da birileri tarafından kendisine ceza verilmek.
Hüküm sürmek :
Ülkeyi yönetmek.
Hüküm sürmek:
1. İş başında olmak. 2. Yaygın olmak. 3. Bir şeyin güçlü varlığı sürüp gitmek.
Hükümet kapısı:
Devlet dairesi.-
Hür düşünüş:
İstediğini, düşündüğünü baskı altında kalmadan söyleme.
Hurdası çıkmak:
İşe yaramayacak, kullanılamayacak hâle gelmek.
Hüsnükuruntu:
İhtimalî bulunmadığı hâlde güzel bir şeyin olacağını sanma, hayal etme, buna kendini inandırma.
Hüsrana uğramak:
Bir konuda beklenilen sonuca ulaşamamaktan dolayı çok üzülmek, acı çekmek.
Hüt dağı gibi şişmek :
Karnı şişmek.
Huyuna suyuna gitmek:
İsteklerine, alışkanlıklarına, yapısına göre onu kızdırıp ürkütmeyecek davranışlarda bulunmak.
Huyunu suyunu almak:
Onun özelliklerini, davranışlarını ve karakterini yapısına geçirmek.
Huzur vermek:
Gönül rahatlığı, iç dirliği vermek; dinlendirmek.
Huzurunu kaçırmak:
Huzurunu bozmak, tedirgin ve rahatsız etmek.