ZİYA PAŞA (1825 – 1880)
İstanbul’da doğdu. Asıl adı Abdülhamit Ziyaettin’dir. Beyazıt Rüştiyesi’ni bitirdi. Sadaret Kalemi’ne girdi. Mustafa Reşit Paşa döneminde, Sadrazamlık Kalemi’nde memurluğa başladı. Ali Paşa sadrazam olunca, saraydan uzaklaştırıldı. Kıbrıs ve Amasya mutasarrıflıkları, Meclis-i Vâlâ üyeliği gibi görevler verildi. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne girdi. İkinci kez Kıbrıs’a atanınca, Paris’e kaçtı. Londra’ya geçip Namık Kemal’le birlikte Hürriyet gazetesini çıkardı. 1871’de İstanbul’a döndü. 1876’ya kadar çeşitli görevlerde bulundu ve o yıl Maarif Nezareti müsteşarlığına getirildi. Namık Kemal’le birlikte, yeni anayasanın hazırlanmasında çalıştı. II. Abdülhamit tarafından vezirlik rütbesiyle Suriye valiliğine getirilerek İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Konya ve Adana valiliklerinde bulundu. Adana’da vefat etti. Biçim açısından klasik edebiyat geleneğine bağlı kalmakla beraber, Terkib- i Bent’te “hak, adalet, ilerleme” gibi siyasi ve sosyal düşünceleri savundu.
Şiir ve İnşa makalesinde halk dilinin yazı dili olmasını, halk şiirimizin değerlendirilmesini istedi.
Montesquie, Rousseau ve Voltaire’in düşüncelerinden etkilenmiştir.
Başlıca eserleri: Eş’âr-ı Ziyâ (Külliyât-ı Ziya Paşa), Zafernâme, Rüyâ, Harâbât, Endülüs Tarihi (çeviri), Engizisyon Tarihi (çeviri), Verâset Mektupları, Arz-ı Hal (çeviri), Tartuffe Yâhut Riyânın Encâmı (çeviri)
NAMIK KEMAL (1840 – 1888)
Tekirdağ’da doğdu. Çocukluğunu dedesinin yanında, Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli yerlerinde geçirdi. Özel öğrenim gördü. 1863’te Tercüme Odası’nda çalışmaya başladı. “Yeni Osmanlılar Cemiyeti”ne katıldı ve Tasvir-i Efkâr gazetesinde, hükümeti eleştiren yazılar yazdı. Bu nedenle gazete kapatıldı. Namık Kemal İstanbul’dan uzaklaştırılmak, Erzurum’a vali yardımcısı olarak gönderilmek istendi. Erzurum’a gitmeyip Mustafa Fazıl Paşa’nın desteğiyle Paris’e gitti. Londra’ya geçti, Ali Suavi’nin Muhbir gazetesinde yazılar yazdı. 1870’te İstanbul’a döndü, İbret gazetesinde yazmaya başladı. Bir yazısı üzerine, gazete dört ay kapatıldı; o da Gelibolu mutasarrıfl ığına sürgün edildi. Orada yazdığı Vatan yahut Silistre oyunu, Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sergilenince halkı coşturup olaylara neden oldu. Bunun üzerine tutuklandı ve kalebent olarak Magosa’ya gönderildi. I. Meşrutiyet’in ilanından sonra, İstanbul’a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu, Kanun-i Esasî’yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877’de tutuklandı. Beş ay tutuklu kaldıktan sonra, Midilli Adası’na sürüldü. 1879’da, Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle Rodos ve Sakız Adası’na gönderildi. Orada vefat etti. Edebiyatın hemen her türünde eser verdi. Eserlerinde çoğunlukla toplumsal konuları; yurt, ulus, özgürlük kavramlarını işleyip “toplum için sanat” ilkesine bağlandı. Klasik şiirin biçim özeliklerinden yararlanarak, yeni içerikli şiirler yazdı. Manzumlardan, mecazlardan, söz oyunlarından arınmış bir şiir dili yarattı. Eleştiri, makale, oyun, roman türlerindeki eserlerinde, halkı eğitmeyi amaçladı. Oyun ve romanlarında, romantizmin etkisi altında kaldı. Dilde yalınlaşmayı, konuşma diline yaklaşmayı savunmasına karşın, oyunları dışındaki eserlerini süslü, ağır bir dille yazdı.
Başlıca eserleri:
Roman: İntibah, Cezmi
Oyun: Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Âkif Bey, Celalettin Harzemşah, Kara Bela
Edebiyat ve eleştiri yazısı: Tahrib-i Harâbat, Takip, Renan Müdafaanâmesi, İrfan Paşa’ya Mektup, Mukaddeme-i Celâl, Son Pişmanlık Mukaddimesi
Tarih: Devr-i İstilâ, Barika-i Zafer, Evrak-ı Perişan, Kanije, Silistre Muhasarası, Osmanlı Tarihi
Mektup: Namık Kemal’in Mektupları (hazırlayan: Fevziye Abdullah Tansel)
Namık Kemal’in şiirleri, kitap olarak Sadettin Nüzhet Ergun tarafından yayımlandı: Namık Kemal’in Şiirleri
ŞİNASİ (1826 – 1871)
İstanbul’da doğdu. Topçu yüzbaşısı olan babası Osmanlı-Rus Savaşı’nda ölünce, onu annesi yetiştirdi. Feyziye Okulu’nu bitirip devlet memuru adayı olarak işe başladı ve burada Arapça, Farsça, Osmanlıca ve Fransızcayı kurallarıyla öğrendi. Çalışkanlığı, başarısı ve kendini yetiştirme çabasıyla göz doldurunca memurluğa geçirildi ve devlet tarafından eğitim için Paris’e gönderildi. Orada bilimsel ve edebî bilgilerini genişletti, çevre edindi. 1845’te yurda döndü, çeşitli memurluklarda çalıştı. Mustafa Reşit Paşa sadrazamlıktan ayrılınca, o da memurluktan atıldı. 1857’de Reşit Paşa dönünce, o da görevine döndü. 1860’ta, Agâh Efendi’yle birlikte Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkardı. 1862’de Tasvir-i Efkâr gazetesini çıkarmaya başladı. Yönetimi eleştirince, görevine son verildi.1865’te Fransa’ya gidip sözlük çalışmalarına
başladı.İstanbul’a dönünce, bir matbaa kurup eserlerini basmaya başladı ve beyin tümöründen vefat etti. Batı edebiyatı yolunda ilk örnekleri veren, Batılı türleri tanıtan Şinasi, Tanzimat edebiyatının kurucularındandır. Batı şiirini tanıtmak amacıyla Fransız şairlerinden çeviriler yaptı. Eski nazım biçimleriyle yeni düşünceleri dile getirdiği gibi, öz ve biçim bakımından bütünüyle yeni şiirler de yazdı.
Klasik şiirdeki parça güzelliği, anlamın beyitle sınırlanması gibi görüşlerin tersine, şiirin belli bir düşünce çevresinde gelişmesini amaçlayarak konu birliğine önem verdi. Ama onun asıl önemi, gazetecilik alanındaki çalışmalarından dolayıdır. Özellikle Tasvir-i Efkâr, bir düşünce gazetesi kimliğiyle yalnız
Türk basın tarihinin değil, Türk kültür tarihinin de önemli bir aşamasıdır. Gazeteyi, genelde de edebiyatı, halkı eğitmekte araç sayıp halkın anlayacağı bir dille yazmanın gerekliliğini savundu; bu yolda kısa, yalın düşünce cümlesini geliştirdi. Bağlaçları atıp noktalama işaretleri kullanarak fiil cümlesini gerçekleştiren de odur. Şair Evlenmesi’yle de konuşma dilini başarıyla kullanarak Batı tekniğine uygun tiyatronun ilk örneğini verdi.
Başlıca eserleri:
Tercüme-i Manzume: Racine’in Esther, Athalie, Andromaque trajedileri ile La Fontaine, Gilbert, Fenelon ve Lamertine’den seçilen küçük parçaların çevirisidir.
Müntehabât-ı Eş’ar: Şairin kendi yazdığı şiirler arasından yaptığı seçmedir, bir “Divançe”yi andırır.
Oyun: Şair Evlenmesi
Durûb-i Emsâl-i Osmaniye: İlk baskıda 1500 kadar atasözü ve 300 kadar deyimden oluşmuştur. İkinci baskıda eserin söz varlığı 2500’ü bulmuştur.
Müntahabât-ı Tasvir-i Efkâr: Ebuzziya Tevfik tarafından Şinasi’nin Tasvir-i Efkâr’da çıkan yazılarının toplandığı kitaptır. Ahmet Rasim, Hüseyin Seçmen, Fuat Bengü, Hikmet Dizdaroğlu, Murat Uraz, Satı Erişen, İsmail Hikmet Ertalyan gibi araştırmacıların Şinasi’nin sanatı ve yaşamını inceleyen eserleri vardır.
AHMET MİTHAT EFENDİ (1844 – 1912)
İstanbul’da doğdu. Orta hâlli bir esnafın Tuna gazetesine Ceride-i gazetelerine yazdı. Küçük bir Dağarcık, Kırkambar dergilerini; İbret, Devir, Bedir gazetelerini çıkardı. Takvim-i Vakayi, Matbaa-i Âmire müdürlüklerinde bulundu. Gazetecilik tarihimizde önemli yeri olan Tercümân-ı Hakîkat gazetesini kurdu. Devlet görevlerini sürdürüp Avrupa’yı gezdi, birçok okulda öğretmenlik yaptı. İstanbul’da, kalp krizinden vefat etti. Kalemini, halk eğitimi yolunda bir araç olarak kullandı. Çok zaman sanat değeri zayıf, dağınık ama dili amacına uygun, sade eserleriyle döneminin hâce-i evveli (ilköğretmeni) oldu, halkı aydınlattı. Matematikten askerliğe, öykü ve romandan edebiyatın bütün türlerine kadar telif-tercüme, iki yüze yakın eser verdi. Hemen her türde roman yazıp Türk edebiyatına konu bolluğu getiren de odur. Serüven, gezi ve fen, korku romanları ya da tarihsel, duygusal, gerçekçi, natüralist romanlar yazarken, hep halka bir şeyler öğretme amacı güttü. Bu yazış biçimi, sık sık romanı bir yerde durdurarak açıklamalar yapmasına neden oldu. Bilgilerini sıraladıktan sonra, kaldığı yerden romanını devam ettirdi. O, zamanının en çok okunan romancısıdır. Halkın psikolojisini çok iyi bilirdi; yalın bir dili, açık bir anlatımı vardı.
Başlıca eserleri:
Roman: Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar, Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş, Felatun Bey’le Rakım Efendi, Karı Koca Masalı, Paris’te Bir Türk, Çengi, Süleyman Musli, Yeryüzünde Bir Melek, Acaib-i Âlem, Henüz On Yedi Yaşında, Dürdane Hanım, Esrar-ı Cinayat, Jön Türk
Öykü: Letaif-i Rivayat (Söylenegelen Güzel Öyküler) dizisindeki 25 ciltlik öykü kitabından, ancak iki tanesi günümüz Türkçesiyle yayımlanabilmiştir. Yeniçeriler ve Obur Kâinat adlı tarih dizisi, 15 cilttir. Masahabat-ı Leyliye (Gece Söyleşileri, 20 Cilt), Doğayla ve tarihle ilgili onlarca eseri ve Fransızcadan yaptığı onlarca çevirisi vardır. Onun yaşamı ve eserleriyle ilgili Mustafa Baydar’ın, Cevdet Kudret’in, Orhan Okay’ın, Şevket Rado’nun kitapları yayımlanmıştır.
ŞEMSETTİN SAMİ (1850 – 1904)
Yanya’da doğdu. Ortaöğrenimini bir Rum okulunda tamamladı. Yunanca, Fransızca, İtalyanca, Arapça ve Farsça öğrendi. İstanbul’a gelince, devlet görevlerinde bulundu, gazetecilik yaptı. İstanbul’da vefat etti. Türk dilinin gelişmesi, yalınlaşması için çaba harcadı. Sözlük ve dil bilgisi alanlarında eserler verdi. İlk romanımız sayılan Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat’ı yazdı. Başarılı oyunlar kaleme aldı.
Başlıca eserleri:
Oyun: Seyyid Yahya, Besa yahut Ahde Vefa, Gâve
Roman: Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat Sözlük: Kamus-i Fransevî (2 cilt, Fransızca-Türkçe sözlük), Kamus-i Türkî (Türkçe Sözlük)
Ansiklopedi: Kamusü’l-A’lâm (6 cilt, tarih, coğrafya, ünlü kişiler ansiklopedisi)
Çeviri: Sefiller, Robinson Crusoe
Şemsettin Sami hakkında, Agâh Sırrı Levent bir inceleme kitabı yayımladı.
AHMET VEFİK PAŞA (1823 – 1891)
İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini mühendishanede yaptıktan sonra, Paris elçisi Reşit Paşa’nın çevirmeni olan babasının yanına gitti. Üç yıl Paris’te, Saint-Louis Lisesi’nde okudu. İstanbul’a dönüşünde, Tercüme Odası’na atandı. Sonra iç ve dış memurluklarda yükselerek Tahran büyükelçisi, Encümen-i Dâniş üyesi, Muhakemât Dairesi başkanı, Paris elçisi, Evkaf bakanı, Darülfünûn “Hikmet-i Tarih” öğretmeni, iki kez Maarif bakanı, Mebusan Meclisi başkanı, Bursa valisi, iki kez de sadrazam oldu. Son görevinden ölümüne
kadar geçen dokuz yıl boyunca, Rumelihisarı’ndaki yalısına çekilerek kendini bütünüyle bilim ve edebiyata verdi. Görevlerinden uzaklaştırılıp boş kaldıkça, kendini edebiyat ve bilim çalışmalarına verdi. Tanzimat Dönemi’nde, Milliyetçilik ve Türkçülük akımlarının ilk büyük temsilcisi oldu. Avrupa’da gelişen Türkoloji hareketlerine paralel olarak, bizde de dil, tarih ve halk bilimi çalışmalarında çığır açmıştır.
Vali olarak kaldığı dört yıla yakın süre içinde Bursa’da kurduğu tiyatronun her bakımdan gelişmesi, halkta tiyatro sevgisinin kökleşmesi için çalıştı.
Başlıca eserleri:
Türk dili ve tarihi üzerine çalışmaları: Mümtebât-ı Durub-ı Emsâl, Hikmet-i Tarih, Fezleke-i Tarih-i Osmanî, Şecere-i Evsâl-i Türk, Lehçe-i Osmanî
Oyun-manzum çeviri: Savruk, Adamcıl, Kocalar Mektebi, Kadınlar Mektebi, Tartüf, Okumuş Kadınlar
Düz yazı-çeviri: İnfial-i Aşk, Don Ciovani, Dudu Kuşları
Uyarlama: Azarya, Yorgaki Dandini, Zor Nikâhı, Zoraki Tabip, Dekbazlık, Tabib-i Aşk, Meraki
Öteki çevirileri: Hernani (V. Hugo), Hikâye-i Hikemiyye-i Mikromega (Voltaire), Telemak Tercümesi (Fenelon), Cil Blas (Le Sage)
Sevim Giray’ın Ahmet Vefik Paşa adlı eseri, yazarı, yaşamı ve eserleriyle
tanıtmaktadır.
RECAİZADE MAHMUT EKREM (1847 – 1914)
İstanbul’da doğdu. Beyazıt Ortaokulu’nu bitirdi. Harbiye Lisesi’ndeki öğrenimini yarıda bıraktı. Fransızca öğrendi. Devlet kurumlarında memur olarak çalıştı. Mülkiye Okulu ile Galatasaray Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. İstanbul’da vefat etti. Şiir, roman, oyun, eleştiri türlerinde eserler verdi. Tanzimat’la başlayan Batı edebiyatı değerlerinin yayılmasına çalıştı. Eskiye bağlı yazarlarla yaptığı tartışmalarla ün kazandı. Üç çocuğunun ölmesi üzerine, yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklü, içli şiirler yazdı. İnsanı doğa, sevgi, ölüm üçgeninde değerlendirdi. Öykülerinde, şairane betimlemeler yaptı. Araba Sevdası adlı
romanı, gerçekçilik akımının ilk örneklerinden olduğu için önemli sayıldı.
Başlıca eserleri:
Şiir: Nağme-i Seher (Tan Vakti Ezgileri) Yadigâr-ı Şebab (Gençlik Armağanı), Zemzeme (Tatlı Sesler, üç cilt), Nijad Ekrem (Oğlu Nijad’a şiirler, anılar)
Roman: Araba Sevdası
Öykü: Muhsin Bey yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi, Şemsa
Oyun: Afife Anjelik, Vuslat (kavuşma) Yahut Süreksiz Sevinç, Çok Bilen Çok Yanılır
Abdülhak Hamit TARHAN (1852 – 1937)
İstanbul’da doğdu. Özel eğitim gördü; bir süre Paris’te, sonra Robert Kolej’de okudu. Tercüme Odası’na girdi. Babasıyla birlikte Tahran’a gitti, Farsçayı öğrendi, babası ölünce döndü. 1876-78 arasında, Paris’te elçilikte çalıştı. Çeşitli yerlerde konsolosluk görevlerinde bulundu. Cumhuriyet’ten sonra milletvekilliği yaptı. İstanbul’da vefat etti. Doğu ile Batı edebiyatı arasında köprü olabilecek kadar güçlü kültürü, zengin bir hayal gücü vardı. Kırkı aşkın eserinin yarısı tiyatrodur. Oyunlarında tarihsel konuları, hayale dayanan olaylarla manzum, düzyazı veya düzyazı-nazım karışımı bir anlatımla işler. Aruzun yanı sıra heceyi de kullanır. Oyunları, sahne tekniğine uygun değildir. “Sanat için sanat” ilkesine bağlı, romantik bir duyarlık
içindedir. Batılı anlayışla ilk nazım yeniliklerini getiren şairimizdir; ondan sonradır ki, özle birlikte şiirimizin biçimi de yenileşir. Tanzimat şiirinde, yeni bir şiir dili yaratır. Tanzimat şiirine geniş ufuklar açan, klasik şiirin iç ve dış geleneklerini yıkan, metafizik konuları işleyen, tezatlardan güç alan, ölüm, aşk, vatan, ulus, doğa konularını epik ve lirik bir dille işleyen şairdir. Tanzimat şiirine, iç güçlerin etkisiyle yüksek bir anlatım yeteneği kazandırır. Görünende görünmeyeni arar; fizik âlemle değil, metazifik âlemle ilgilenir.
Başlıca eserleri:
Şiir: Sahra, Divaneliklerim Yahut Belde, Hacle, Makber, Bir Sefi lenin Hasbihali, Bâlâ’dan Bir Ses, Validem, Bunlar Odur, İlhâm-ı Vatan Tayfl ar Geçidi, Ruhlar
Oyunları, düzyazıyla: Macera-yı Aşk, Sabr ü Sebat, İçli Kız, Duhteri Hindû (Hintli Kız)
Aruzla: Nazife, Tezer, Eşber
Heceyle: Nesteren
Düz yazı-nazım karışık: Finten, Tarık, Zeynep, İlhan, Turhan, Sardanapal, Yadigâr-ı Harb, İbnimusa yahut Zatülcemal
Abdülhak Hâmit hakkında; Hikmet Dizdaroğlu’nun, Asım Bezirci’nin,
Yusuf Mardin’in çalışmaları vardır.
SAMİPAŞAZADE SEZAÎ (1860 – 1936)
İstanbul’da doğdu. Özel öğrenim gördü. Devlet kurumlarında çalıştı. Londra Elçiliği 2. kâtipliği yaptı. Baskı döneminde Paris’e kaçtı. 1908’de Meşrutiyet ilan edilince İstanbul’a geldi. Madrid elçisi oldu. İstanbul’da vefat etti. Sanat yaşamına, makale ve tiyatro eserleri yazarak başladı. Asıl ününü öykü ve romanlarıyla yaptı. Bunlar, gerçekçi öykü ve romanın öncüleri sayıldı. Eserlerinde küçük, önemsiz konuları, olmuş, olması mümkün olayları ruh çözümlemeleriyle doğal ve günlük konuşma diliyle işledi.
Başlıca eserleri:
Şîr (Aslan, oyun), Sergüzeşt (roman), Küçük Şeyler (öykü), Rumûzu’l-Edeb (Edebiyat Rumuzları, söyleşi-anı-gezi yazıları), İclâl (mektuplar)
NÂBİZÂDE NAZIM (1862 – 1893)
İstanbul’da doğdu. Beşiktaş Askerî Rüştiyesi’nden sonra, Mühendishane’de okudu. Harp Okulu’nu bitirdi. Askerî okullarda öğretmenlik yaptı. Suriye’de görevliyken hastalanarak döndüğü İstanbul’da vefat etti. Edebiyat yaşamına şiirle başladı. Daha sonra öykü ve romana yöneldi. Eserlerinde, kişilerin konuşmalarını gerçeğe uygun vermeye çalıştı. Hareketli, canlı, yalın bir dille yazdı. Olayları, çevreyi anlatırken araya girip eserin akışını bozmadı. Karabibik romanının konusunu Anadolu’dan aldı. Edebiyatımızda ilk kez toprakla ilgili konuları işledi. Zehra romanında da İstanbul yaşantısını gerçekçi bir anlatışla yansıttı.
Başlıca eserleri:
Şiir: Heves Ettim
Roman: Karabibik, Zehra
Öykü: Yadigârlarım, Zavallı Kız, Sevda, Hâlâ Güzel, Haspa, Seyyie-i Tesâmuh (Hoşgörünün Kötülüğü)
MUALLİM NACİ (1850 – 1893)
İstanbul’da doğdu. Asıl adı, Ömer’dir. Sekiz yaşlarında babasını kaybedince, annesiyle Varna’ya, dayısının yanına gitti, orada okudu. Arapça, Farsça, Fransızca öğrendi. Varna Ortaokulu’nda müdür yardımcısı oldu. Anadolu ve Rumeli’de birçok küçük memurluklarda bulunduktan sonra, İstanbul’da gazeteciliğe
başladı.Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebî bölümünü idare etti. Saadet ve Vakit gazetelerinde yazdı. Mekteb-i Hukuk’la Mekteb-i Sultanî’de edebiyat öğretmenliği yaptı. Recaizâde Mahmut Ekrem’le yaptığı şiddetli edebiyat tartışması, Saray’ın emriyle durduruldu. Henüz kırk üç yaşındayken, bir kalp krizi sonucu İstanbul’da vefat etti. Şiirimizi neoklasizme götürmek amacındaydı. Klasik şiirleri kadar, yeni anlayıştaki şiirleri de vardı. Edebiyatımızın aşırı değişme dönemi içinde tutumu iyi anlaşılamadı, yeni sanata düşman, eskiye sıkı sıkıya bağlı olarak görüldü. Bununla beraber, klasik edebiyata batılı bir görüşle, ilk bilinçli dönüşü o yaptı. İlk şiirlerinde, Nedim’in edasıyla Nabi’nin hikmetli tarzı kaynaşır. Yeni bir söyleyiş kazanan sonraki şiirlerindeyse, çağdaşları Abdülhak Hamit’le Recaizade Ekrem gibi, şiirin konusunu genişletmeye çalışır, doğa betimlerine önem verir; aruzu kusursuz olarak Türkçeye uygular. Çocukluk anılarını
anlatırken, dilimizin nesir alanındaki en güzel örneklerinden birini verir. En sade, en düzgün Tanzimat nesri onundur. Bu nesir, süsten, mecazdan arınmış olmasına karşın, son derece hareketsiz ve heyecansızdır.
Şiirden sonra, edebî eleştiri türünde yazılarıyla tanındı. Eleştiride konunun estetik ve sanat yönünden çok, dil ve üslup özellikleri ile ilgilendi. Şiir, eleştiri, anı, tarih, sözlük, edebiyat bilgileri, tiyatro türlerinde eserler verdi, çeviriler yaptı.
Başlıca eserleri:
Şiir: Terkib-i Bend-i Muallim Naci, Ateşpâre, Şerâre, Fürûzan, Sümbüle, Mir’ât’ı Bedâyı, Yâdigâr-ı Naci
Edebî eleştiri: Yazmış Bulundum, Muallim, Demdeme, Müdafaaname
Mektup: Şöyle Böyle, İntikad, Muhâberât ve Muhâverât
Oyun: Zâtü’n-Nitakayn, Heder, Musa bin Ebi’l-Gazan yahut Hamiyyet
Dil ve edebiyat çalışmaları: Lûgat-i Naci, İstihalat-ı Edebiyye, Osmanlı Şairleri, Esâmî
Çeviri: Hurde-Furuş, Muammâ-yı İlâhî, Sâib’de Söz, Sânihatül’l
Arab, Emsâl-i Ali, Hikemü’r Rüfâî, Hülâsatü’l İhlâs, Mütercem, Ubaydiya, İnşâ ve İnşâd
Anı: Ömer’in Çocukluğu, Medrese Hatıraları
Okul kitabı: Ta’lim-i Kırâ’at, Mekteb-i Edeb, Vezâ’if-i Ebeveyn
Direktör Ali Bey (1846-1899)
İstanbul’da doğdu. Doğum tarihi Sicill-i Ahvâl defterine göre 1846’dır; bazı kaynaklarda yer alan 1844 yılı yanlış olmalıdır. Adı Mehmed Âli (Osmanlı Müellifleri, II, 40) ve Ömer Âli şeklinde geçmekteyse de imzasında sadece Âli adını kullanmış, üzerinde adı bulunmayan eserlerinde “bir zat” notu konmuştur. Babası Şam, Halep ve Urfa sancağında kapı kethüdâlığı yapan Yûsuf Cemil Efendi’dir. Âli Bey, Vâlide Rüşdiyesi’ni bitirdikten (1858-1859) sonra tarih, coğrafya, felsefe, astronomi, kimya, ekonomi, yönetim bilimi, hukuk ve matematik alanında özel ders aldı. Arapça, Farsça ve Fransızca’sını geliştirip erken yaşlarda Fransızca konuşup yazabilecek duruma geldi. Rüşdiyeyi bitirince Mektûbî-i Sadr-ı Âlî Odası’nda mülâzım oldu. Ekim-Kasım 1865’te Sıhhiye Dairesi Tahrirat Odası mümeyyizliğine geçti. İki yıl sonra Meclis-i Sıhhiye âzalığı ile memuriyet unvanı Karantina başkâtipliğine çevrildi. Ağustos-Eylül 1872’de Sıhhiye komiserliği göreviyle Tuna boyuna ve Eflak-Boğdan’a gönderildi. Memuriyet hayatında düzenli bir ilerleme gösterdiği, 1873 Ocağında vezirlikten bir önceki “saâdetlü” rütbesine ulaştığı anlaşılmaktadır (Ayyar Hamza, hazırlayanın girişi, s. 6-8). Eylül-Ekim 1874’te Sıhhiye müfettişliğine tayin edildi. Sıhhiye Konferansı’na (Haziran 1875) katılmak için gittiği Viyana’da iki ay kaldı.
Tulçı mutasarrıflığıyla (Tuna eyaleti) Ağustos-Eylül 1876’da mülkî vazifeye başladığı sırada Tuna Avrupa Komisyonu başkanlığında bulunan Âli Bey diplomatik gizli bir görevle Romanya’ya gönderildi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan önce nakledildiği Varna mutasarrıflığından savaş çıkınca ayrıldı, on altı ay mâzul kaldı. Bu süre içinde fevkalâde memuriyetle Berlin Antlaşması’na göre Rusya’ya terkedilen Batum’a yollandı. Bu görevi beş ay sürdü. Dimetoka ve Rodop Balkanları’nda tahkik memuriyeti ve komiser olarak dört ay Podgorica’da görev yaptı. Temmuz 1879’da getirildiği Kosova Adliye müfettişliği vazifesini kabul etmedi. Komiserlik göreviyle tayin edildiği Sırbistan’da, “Niş’te bulunan ahâlî-i İslâmiyye ile nasılsa lâyıkıyla uyuşamamış olmasından dolayı memuriyeti mânen mahzurdan sâlim olmayacağına binaen diğer bir işe kayırılmak üzere” (Birinci, s. 151) azledilip İstanbul’a döndü (10 Ağustos 1882).
14 Aralık 1884’te Düyûn-ı Umûmiyye’de başladığı Vâridât-ı Muhâsebe müfettiş-i umumîliği sırasında Ocak 1885’te gönderildiği Diyarbekir, Siirt ve Harput’tan Bağdat Vilâyeti Devâir-i Islâhât memuriyetini yürüttü (16 Eylül 1887 – 12 Aralık 1888). Daha sonra Ma‘mûretülazîz ve Trabzon valiliklerinde bulundu. İki seneyi geçen Trabzon valiliği sırasında Herakli adlı Samsunlu bir Rum kızı ile büyük bir aşk sonucu evlendi. Kendi yazdığı Hazret-i Yûsuf adlı oyunu şehirde temsil ettirdi. Halk tarafından beğenilen ve “kâtip adamdı” diye anılmasına sebep olan bu edebî faaliyeti idarî makamlarca hoş karşılanmadı, Maarif Nezâreti Teftiş ve Muayene Heyeti’yle başı derde girerek azledildi. 17 Eylül 1892’de Düyûn-ı Umûmiyye’de tekrar göreve başladı. 13 Mart 1895’te tayin edildiği direktörlük makamında ölünceye kadar kaldı. “Direktör” lakabıyla anılması bu son görevi dolayısıyladır. 3 Şubat 1899’da ölen Âli Bey, Anadoluhisarı’nda Göksu Mezarlığı’nda babasının yanına defnedildi. Memuriyetleri sırasında bazı yolsuzlukları ortaya çıkarması, günlük işlemleri ıslah etmesi, eşkıyanın yakalanması faaliyetleri, ayrıca iskân ve imar çalışmalarıyla dikkat çekmiş, askerî ve idarî ehliyetiyle padişahın ve diğer makamların takdirini kazanmıştır.
Âli Bey’in yazı yazmaya Mektûbî-i Sadr-ı Âlî Odası’nda bulunduğu sırada başladığı sanılmaktadır. 1870 Kasımında Türkçe yayımlanan Diyojen gazetesinin sahibi Teodor Kasap’ın tavsiyesiyle yazdığı mizahî yazılar önceden bir kalem tecrübesine sahip olduğunu göstermektedir. Diyojen’deki imzasız yazılardan özellikle ilk yıllarda çıkanlar Âli Bey’e aittir. Memuriyetinden dolayı yazılarında genellikle ya imza kullanmamış ya da sadece “Âli” diye imza atmıştır. Yine gazetenin başlığında bulunan ve Diyojen’i bir fıçı içinde karşısında Büyük İskender’le beraber gösteren karikatürün altında yer alan, “Gölge etme, başka ihsan istemem” mısraını Türkçe’ye o kazandırmıştır. Toplumsal ve siyasal içerikli mizahî yazılarını Çıngıraklı Tatar ve Hayâl’de de (1873) sürdürdüğü tahmin edilmektedir. Tiyatroya olan ilgisi Diyojen’den önceki yıllara dayanır. Türkiye’de Batı örneklerine uygun bir tiyatronun yerleşip kökleşmesi için Türk yazarların tiyatro eseri yazıp sahnelemeleri gerektiği bilinciyle hareket etmiş, bir temsilde görerek takdir ettiği Güllü Agop’u bu yolda desteklemiştir. Gedikpaşa Tiyatrosu’nda oynayan tiyatro grubunu genişletmek için 1869’da verilen gazete ilânının arkasında da Âli Bey’in bulunduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca buradaki Ermeni asıllı oyunculara Türkçe’yi düzgün konuşma dersleri vermiştir. Tiyatro dili bakımından Ahmed Vefik Paşa’yı örnek almış, Türkçe’yi halk söyleyişine yaklaştırması ve dilin halk ağzında kalmış nüktelerini, deyimlerini canlandırmasıyla dikkat çekmiştir.
Başlıca eserleri:
Tiyatro. 1. Kokona Yatıyor yahut Madam Uykuda. E. Granpe – V. Bernard’ın Madame est couchée adlı eserinden uyarlanmıştır (İstanbul 1287). Bu eseri Doğan Aksan Latin harfleriyle (Ankara 1961), Şemsettin Kutlu sadeleştirerek (İstanbul 1974) yayımlamıştır.
- Ayyar Hamza. Âli Bey’in Molière’in Les fourberies de Scapin adlı eserinden adapte ettiği en tanınmış oyunudur (İstanbul 1288/1871). Latin harfleriyle M. Nihat Özön (İstanbul 1940) ve sadeleştirilerek Şemsettin Kutlu (İstanbul 1974) tarafından neşredilmiştir.
- Misafiri İstiskal (İstanbul 1871). Bu eseri Şemsettin Kutlu (İstanbul 1974) ve T. Yılmaz Öğüt (İstanbul 2006) Latin harfleriyle yayımlamıştır.
- Geveze Berber (İstanbul 1289/1872). T. Yılmaz Öğüt tarafından günümüz Türkçe’sine aktarılarak neşredilmiştir (İstanbul 2006).
- Letâfet (İstanbul 1315/1897). Bu opereti de Baha Dürder Latin harfleriyle yayımlamıştır (İstanbul 1961).
Ayrıca Molière’in “George Dandin” komedisinden önce Tosun Ağa (1869) ve ardından Memiş Ağa adıyla Goldoni’den çevirdiği, “Hürmüz Bey’in Boşboğazlığı” ismiyle sahnelenen (1870), ancak basılmayan iki oyunu daha vardır.
Mizah: Lehcetü’l-hakāyık (İstanbul 1315/1897, mizahî sözlük; Latin harfleriyle Necmettin Hacıeminoğlu [Ankara 1962] ve sadeleştirilerek Şemsettin Kutlu [İstanbul 1974] tarafından yayımlanmıştır); Seyyâreler (Kahire 1315/1897, mizahî hikâyeler; bu eseri Necmettin Hacıeminoğlu sadeleştirmiş [Ankara 1962] ve Şemsettin Kutlu Latin harflerine çevirerek yayımlamıştır [İstanbul 1974]).
Seyahatnâme: Seyahat Jurnalı (İstanbul 1314/1896; Şemsettin Kutlu [İstanbul 1974] ve Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk adıyla Cahit Kayra [İstanbul 2003] tarafından sadeleştirilerek basılmıştır).
Tercüme: Gavo Minar ve Şürekâsı (E. Gondinet’ten, Trabzon 1307/1891, oyun); Evlenmek İster Bir Adam (C. P. de Kock’tan, İstanbul 1290/1873, roman).